Hele bu bir çocuk olunca hemen alıp basmak istersin bağrına... Onun gözyaşları içinde konuşamayışı... iç çekişleri... sağa sola ızdırapla bakışı...
Eşyayı, çevreyi unutturur yüreğine; içinde bir şefkat kırıntısı kaldıysa...
Çocuğun ağlaması ayrı burukluk, büyüğün ağlaması ayrı sızı verir...
İnsan bu tabloya şahit olduğunda bir anda donuverir... Her ne yapıyor veya yapacaksa bir an için önemini yitirir...
Ağlayanı görmek hep beraber oynadığımız roller ezberciliğinin dışıdır... Dış alanıdır... Anlık donuşlarımız aslında; gerçeğe dönüşümüzdür...
Hep aynısını yaptığımız ve bu sebeple fark etmediğimiz monoton düşünce ve tavır maskelerinden sıyrılışımızdır...
Biz gerçeğin bu kadar yalın olanına her zaman rastlamayız... Onun için donup kalırız...
O şahit olduğumuz ağlayış ânını çevremize anlatırken 'şoke oldum' deriz... 'Hiç beklemiyordum' deriz... Aslında, 'ben bu ıslak gerçeğe alışık değilim' demek isteriz...
Ağlamaktan, kendimiz olmaktan o kadar uzak bıraktırıldık ki... Ağlayamamakla bu steril iklime temas edemez olduk...
NEREYE GİDİYORUZ...
Katı kalp, kuru bilgi, makina düzeni bir hayat ve ezberci mentalitemizle acımasız metropollerde sürüklenen yığınlar olduk çıktık...
Bu metropolün günlük yaşantı gereklilikleri; soyut acımasız çelikten çarkları yığınlara öyle fikirsiz ve yalancı bir kültür (!) dayattı ki...
Ağlamak; zavallılık, düşüklük, kişilik dilenciliği demeye getirildi... AĞLAMA DA AĞLAT durumu kısacası...
***
Bir fidan nasıl ki suyla ağaca durur... Toplumu da kuru maddi güçten, altın medeniyete GÖZYAŞI RAHMETİ eriştirir...
Allahü tealanın korkusundan, sevgisinden... Peygamber aleyhisselam aşkından... Mahluklara şefkatinden ağlayanlar nerede...
Gecelerin karanlığını ihlaslı gözyaşlarıyla tesbihlerinde ıslatanlar; bu topluma dua etsinler...
Çünkü bu yığınlar 'gelecek' deyince; para ve günahların çılgın zevklerini doyumsuzca tatmaktan başka şey anlamaz oldu...
Asıl geleceği düşünmez, sonsuzluğu fikretmez gözlerde; gözyaşından artık eser yok...