Uzman Dr. Yunus Emre Koçak 24 Mart 2020 Salı, 23:48

Coronavirüs salgını karşısında, kişisel sağlığımız ve toplumsal sorumluluklarımıza dikkat etmekle, gereksiz kaygılarla kitlesel bir paniğe kapılmamak arasında bir denge tutturmak zorundayız. Bunun ilk örneğini marketlere koşulduğu ilk gün yaşadık, bir anda eldiven maskeler tükendi, mercimek fiyatları yükseldi, ancak bu önlemlere ne kadar gerek vardı acaba veya tersini düşünürsek mantıklı mıydı? Marketten mercimek aldığımızda beslenme ihtiyacımıza yönelik bir sorunu mu çözdük, yoksa içimizde yükselen kaygıyı mı yatıştırdık? Bir insan içinde herhangi bir kaygının yükseldiğini hissetiğinde ya bu kaygıya yönelik tedbir alacak veya bu konudan uzaklaşmaya çalışacaktır. Yani çok kaygılı bir insan sürekli geviş getirir gibi kaygılandığı konuyu düşünüp durabilir ama bir sorun olduğunu inkar ederek de kaygısıyla baş etmeye çalışabilir. 'Erkek adamsın, virüsten korkup el sıkışmamak olmaz' diyen biri pekala sorunu inkar ederek kendini yatıştırmaya çalışıyor olabilir. Ancak bu işe yaramayan bir baş etme mekanizmasıdır, doğada deve kuşlarının korkunca başını kuma gömdüğü tamamen insanların yanlış anlamasından ibarettir. Deve kuşu da tehlikedeyse başını kuma gömmez insanların sandığı gibi.

Ciddi bir hastalığı olacağından kaygılanan biri büyük ihtimalle soluğu hastanede alacaktır ama bazı çok kaygılı insanlar ise böyle bir sorunla yüzleşme ihtimaline bile tahammül edemeyerek tam tersine doktor ve hastaneden kaçınacaktır. Zaten kaygı bozukluklarında ilk önemli problem, hayattaki gerçek sorunlara mı çözüm aradığımız yoksa içimizdeki kaygıyı yatıştırmak için bir takım takıntılarla mı uğraştığımızı ayırt edebilmektir. Kaygılı bir insanın zihni hızla senaryolar üretir, bu senaryolarda tipik olarak çok düşük ihtimallerle başa gelebilecek kötü olasılıklar tam da o kişiyi veya sevdiklerini bulur, hastalık bulaşır ve genelde tersi olsa da kişi ölür, çocukları annesiz babasız kalır, toplumsal felaketler yaşanır; hayat bir zombi filmine benzer, yiyecek içecek maddelerinin bulunamadığı, acılar içinde ve ille de çaresiz kaldığı senaryolardır bunlar. Geçmişinde, özellikle çocukluk ve ergenliğinde önemli kayıplar yaşadıysa o dönemin hüznü sanki yine üzerine çökmüştür.

Çaresiz kalacağı fikri kişiyi hemen her zaman aldatır çünkü karantina uygulamasıyla aslında bulaş ciddi oranda önlenebilir, hastaların çoğunluğu ciddi bir sıkıntı yaşamadan iyileşecektir. Senaryolar hep olumsuz ihtimalde odaklanır, mesela bulunduğu yaş grubunda çok daha riskli bir hastalığa yakalandığında öleceği aklına bile gelmeyen bir insan, Coronavirüs kaparsa öleceği, insanlara muhtaç kalacağı şeklinde ilerleyen boğucu kurguların içine yuvarlanabilir. Sürekli olarak görünmez bir düşmanla mücadele eder, ama alttan alta bu yaptığının ne kadar işe yaradığını da bilememenin huzursuzluğunu duyar, garanti yoktur. Kaygılı kişi tipik olarak uygulayabileceği önlemlerle sonuçsuz bazı uğraşları birbirine karıştırır. Örneğin her göğsü ağrıdığında kardiyolojiye başvurur ama sigara içmeyi bırakmaz. Sürekli sağlık programı izler ama günde yarım saat yürüyüş yapmaz. Coronavirüs salgınında da toplu yaşama alanlarından olabildiği kadar kaçınmak ve ellerimizi sık yıkamak aslında temel korunma yöntemimizdir. Veya hastalığa yakalandıysak toplum içine çıkmak zorunda kaldığımızda maske-eldiven kullanmak gerçek önlemlerdir. Ancak kaygılı bir insan, böyle bir ihtiyaç olmadığı halde kafasındaki senaryolara karşı önlem almak amacıyla kendini ve çocuklarını eve kapayabilir, sürekli olarak vücudunu dinler, ateşini ölçer. Bazen yaşadığı stres nedeniyle başı ağrımaya, soluğu kesilir gibi olmaya başlar ve dehşete kapılmış bir halde acile başvurabilir. Kaygıya bağlı bedensel yakınmalar uydurma değildir, kişi bunları gerçekten tecrübe eder ancak dikkat ettiğinde gün içinde çok belirgin bir dalgalanma olduğunu farkedecektir. Sabah saatlerinde kesilen nefesi gün içinde ev temizlerken rahatlamıştır mesela. Geceler boyu huzurlu bir uyku uyuyamaz, evde çocuk varsa çok büyük bir tehditle uğraşıldığını hisseden çocuklar tedirgin olmaya başlar. Kişi bütün evi, dışarıda dokunduğu her yeri kolonyayla, dezenfektanla temizlemeye çalışabilir. Çok büyük bir ihtimalle Coronavirüsle ilgili yaşadığı bu kaygı, hastalığın kendisinden çok daha fazla hayat kalitesini bozacaktır.

Aslında Coronavirüsü kapan insanların büyük çoğunluğu grip tarzı halsizlik, baş ağrısı, ateş, öksürük gibi şikayetler yaşayıp hastalığı atlatacaktır. Hele yaşı genç olanlar için işten uzaklaştığı, evde film izleyip kitap okuduğu, kahvesini yudumladığı bir süreç de olabilir bu. Bunu ev hapsi değil de, zorunlu bir tatil ve dinlenme olarak karşılamak bu süreci kolaylaştıracaktır. İnternette izlediğim bazı hastalar, fırsat bulup izlemediği tüm eski Amerikan filmlerini izlediklerini veya bir yazarın tüm külliyatını bitirdiklerini, uzun zamandır bu kadar dinlenmediklerini anlatıyordu. Yani hastalık sizde saptandığında şikayetleriniz hafifse çok büyük olasılıkla bol su içip, dinlenip keyfinize bakmak hastalığı atlatmanıza yetecektir. Hatta biraz da gülümsemek için söylüyorum, şu anda hastalanmanız yazın istediğiniz yerde rahat ve ucuz bir tatil yapacağınız anlamına da gelebilir. Muhtemel hastaları bekleyen en muhtemel senaryo budur, ama beynimiz bize başka senaryoları sık sık hatırlatıyorsa zihnimizin bizi bir tuzağa çektiğini anlamalı, bu apokaliptik zombi filmini zihnimizde tekrar tekrar yaşamak yerine kapatmaya gayret etmeliyiz.

Bütün bir toplum, hep birlikte aşabileceğimiz bir sorunla karşı karşıya olduğumuz açıktır. Corona salgınıyla ilgili yapabileceklerimiz, sadece kendi sağlığımızı için değil etrafımızda tanıdığımız tanımadığımız herkesin sağlığını etkileyecek önlemlerdir. Salgının başladığı Çin ve erken sıçrayan Güney Kore'de meselenin üzerine sıkı tedbirlerle gidilmesiyle kontrol altına alındığı, işin ciddiyetini erken kavrayamayan İtalya'nın büyük yara aldığı ortadadır. İtalya'da sorun, aynı anda binlerce insanın hastalanarak hastanelere başvurması nedeniyle yaşandı biraz da. Yani hastanedeki yatak sayısından daha çok sayıda Corona vakası başvurunca, sadece Corona vakalarına değil, diğer hastalara da yatak sağlanamadı ve sağlık sistemi bütün olarak krize girdi. Ciddi karantina uygulanan ülkelerde ise bu çeşit bir sıkışma olmadığından, hastalığın sadece kendi ürettiği sorunlarla mücadele edildi.

Şu anda yapabileceklerimiz nedir sorusu gerçekten önemlidir. Yetkililerin halka duyurularına uyalım ve bunların gerçekten işe yaradığını da bilelim. Kamu yetkilileri yerine fısıltı gazetesini dinlemek, internette ipe sapa gelmez ses kayıtları, yorumları takip etmek sadece sizi yanlış bir yola sokacaktır, o kadar. Son yıllarda duymaya alışık olduğumuz siyasi komplo teorilerini bir an önce bir kenara bırakalım lütfen. Örneğin Amerika Çin ekonomisini vurdu, Corona aslında grip gibi bir şey aşı satmaya çalışıyorlar, aktardan zerdaçal al tarzı fikirlerin kısa sürede hiç bir anlamı kalmadı. Gerçek bir sorun kapımızda ve ancak hep birlikte aşabileceğimiz bir mesele bu. Kendini diğer insanlardan daha zeki, daha cesur, daha imanlı, daha özel hissetme motivasyonuyla toplumsal alanlara girmekten kaçınmaz ve kişisel hijyenimize daha fazla dikkat etmezsek, sadece kendi sağlığımızı değil ama sevdiklerimizin sağlığını da tehlikeye atacağımızı bilelim.

Evet, bu konuda yapmamız gerekenler var ve çok şükür bu öneriler işe yarıyor. Ülkemiz erken önlem alması sayesinde hastalıkla daha geç tanıştı. Yine doğru önlemler almaya ve halk olarak bunları uygulamaya devam edersek bu salgını en az sıkıntıyla atlatacağımız düşünülüyor. Konuyu ciddiye almalı ve Sağlık Bakanlığı'nın duyurduğu önlemlerin çok işe yaradığını bilmeliyiz. Korunma önlemlerine dikkat eden ülkelerde toplum sağlığı açısından çok başarılı sonuçlar alınmakta, dikkat edilmeyen ülkelerde ise çok süratli salgınlar yaşanmaktadır. Bu sadece devletin değil, tek tek şahısların konuyu ciddiye almasıyla başarılır.

Kültürel olarak en zorlanacağımız noktalar tokalaşma-öpüşme ritüelleri, bayramlaşma, cenazeler, düğün-nişan törenleri, cuma namazı-hac gibi toplu ibadetlerde olacak gibi geliyor bana. Bu tür durumlarda bir adım geri durmak, ertelemek konusunda utangaç davranmayalım.

Son olarak, evdeki küçük çocuklara, belki 3-4 yaşlarında olmaları yeterlidir, bilgi verelim. Çocuklara yaşlarına uygun gerçek bilgi verelim. Küçük bir çocuk tam olarak virüsü anlamayabilir ama hasta eden mikropları anlayabilir. Çocuk diye masal uydurmayalım, gerçek dışı hikayeler anlatmayalım, sadece olan biteni daha sade anlatsak ve temizliğe daha çok dikkat etmeyi öğretsek yeterlidir. Çocuklarımızı bilgilendirmediğimiz takdirde hayal güçleri gerçekten çok sapmış senaryolara sürükleyebilir onları. Tabi öncelikle çocuğu bilgilendirecek anne babanın bu konuda dengeli bir tutum içinde bulunması ön koşuldur. Konuyu ciddiye alırken, kaygımızın bizi ele geçirmesini önlemeliyiz.